Sanat ve Edebiyat Gazetesi
8 Mart 1947
Sayı: 10
Cevad Memduh Altar
I
Ankara’mız mühim bir sanat hadisesine sahne oldu. Dünyanın konkurüstü keman virtüozlarından, Çekoslovakyalı Vasa Prihoda, Millî Eğitim Bakanlığının daveti üzerine, 1 Mart 1947 Cumartesi günü şehrimize geldi ve aynı günün akşamı saat 21.30’da Radyoda, 2 Mart 1947 Pazar akşamı ise saat 21.00’de Üniversite konferans salonunda birer resital verdi.
Her iki konser için tertip edilen programı İstanbul’dan telefonla öğrendiğimiz zaman, çok geniş bir kitlenin dinleyeceği radyo resitalinin beklenen tesiri sağlayamayacağına inanmakta pek de haksız değildik. Çünkü memleketimizde uzun zamandır dinlenmemiş olan bu büyük virtüoz, Ankara konserlerine, Brahms’ın Re-minör sonatı ile başlamaya karar vermiş bulunuyordu. Nitekim oda müziği eserlerinin çoğunda olduğu gibi, bu harikulade sonatta da teknik ve estetik nizamın her iki enstrümana eşit nispetlerle dağılmış olması, eserin bir virtüozluk malzemesi olmayıp, sırf Brahms romantizmine has enterpretasyonu [yorumu] açıklamayı gerektiren bir yaratma mahiyetini taşıması, daha ilk bakışta bizleri, Prihoda’nın teknik cephesinden ziyade, ifadecilik cephesiyle karşılaştırdı. Arkadan Smetana’nın, folklorik muhtevasıyla tanınmış olan o meşhur “Dal mio paese” [Vatanım] adlı eserinin daha çok ifadecilik esprisi üzerinde gelişmesi keyfiyeti, eminim ki sanatseverlerimizin mühim bir kısmını, sanatkârın ikinci resitalinden önce herhangi bir karara ulaşmaktan menetti. Halbuki gerek Brahms sonatı, gerek Smetana’nın eseri, koca Prihoda’nın virtüozluk durumu üzerinde mukadder kararı vermeye yetiyordu. O ne harikulade bir Brahms anlayışı idi! Sanki 19. yüzyılın büyük bestekârı Johannes Brahms’ın “keman-piyano” sonatlarının en güzeli olan Op. 108 Re-minör sonatını yakın arkadaşı Joachim’den sonra, günün birinde Vasa Prihoda çapında bir virütozun bu derece eşsiz çalacağını bilerek yazmış olduğuna insanın inanacağı geliyordu!
Prihoda’nın tarife sığmayan teknik ve estetik başarısı üzerinde detaylara girmek, ne derece lüzumsuz bir şey ise, Brahms’ın bu harikulade sonatı üzerinde herhangi bir tahlile yeltenmek de o derece lüzumsuzdur. Vaktiyle büyük bestekârın ayrı ayrı 3 eser olarak meydana getirdiği bu sonatlarla eserlerinin Opus rakamı 100’e yaklaşmıştı. Diğer taraftan bu sonatlarla beraber meydana getirilen eserler, Brahms sanatında esaslı bir gelişmeyi sağlamış ve o zamana kadar çok kere melankolik bir abstraksiyona kaçan Brahms, ilk olarak “keman-piyano” sonatları iledir ki bütün hislerini, bütün heyecanlarını istediği gibi açıklayabilme imkânlarını da elde etmişti. Nitekim tanınmış müzik tenkitçisi La Mara, bu sonatlar için kısaca şöyle demektedir: “Brahms’ın eserlerinde, Op 100’e doğru esaslı bir gelişme göze çarpar… Sanatkârın Op. 78, 100 ve 108 keman sonatları … daha önce meydana getirdiği Sfenks mizaçlı eserlerinde olduğu gibi ses muammaları halinde değil de kalpten kalbe hitap eden birer açık ifade mahiyetini taşımaktadır…”.
Prihoda’nın radyodaki konserinde çaldığı “Dal mio paese” (Vatanımdan) adlı ikinci eser, millî Çek müziğinin kurucusu olan büyük bestekâr Bedrich Smetana’nın eseridir. Bohemya tabiatının bütün güzelliklerini, Bohemya halkının millî tahassüslerini [duygulanmalarını], Bohemya danslarının melodi ve ritim zenginliklerini bizlere yakından tanıtan bu içli yaratmayı, hele Prihoda gibi bir virtüozdan dinlerken, kendi müziğimizin bu yolda gelişme kabiliyetini ısrarla hatırlamış olmakta ne kadar haklı idik. Büyük virtüoz Prihoda, büyük Çek bestecisi Smetana’nın bu fantastik eserini ne derin bir incelik ve anlayışla ifade etti. Smetana, bütün bu güzellikleri, memleketinin politik buhranlar içinde bocaladığı bir devirde, kim bilir ne sönmez bir hürriyet aşkı içinde meydana getirmişti.
Prihoda’nın Ankara Radyosunda vermiş olduğu resitalin güzel bir tarafı da, Ankara’mızın tanınmış piyanisti, Konservatuvar öğretmeni sayın Roji Sabo’nun piyanoda gösterdiği başarıdır. Bayan Sabo’nun gereken provaları yapacak zamandan tamamen mahrum olarak, kısa bir prova ile bu derece başarı gösterebilmiş olması, hepimizi hayrette bıraktı.
Büyük virtüoz Prihoda’nın Üniversite salonunda verdiği ikinci resital hakkındaki görüşlerimizi bundan sonraki yazımızda açıklayacağımızı sayın sanatseverlerimize hatırlatırken, Ankara’mızın bu çeşit sanat gösterilerine sık sık sahne olmasını dilemekten başka bir şey elden gelmiyor.
Sanat ve Edebiyat Gazetesi
15 Mart 1957
Sayı: 11
II
Büyük Çek virtüozu Prihoda’nın, 2 Mart 1947 Pazar akşamı Ankara Üniversitesi salonunda piyanist Roji Sabo ile beraber verdiği ikinci keman resitali de, Ankara müzikseverleri için beklenmedik bir hadise oldu. Sanatkârın bir gün evvel Radyoda yaptığı konserin, sırf ifade esprisi üzerinde gelişen yaratışları içine alıp virtüozluk eserlerinden mahrum olması, bu sanat hadisesini takip edenlerin, ikinci resitali merakla beklemelerini icap ettirdi.
Vasa Prihoda, bu resitalinin programına da mensubu olduğu milletin sanat şaheserlerinden birini almış ve bu zengin resitale büyük Çek bestecisi Anton Dvorak’ın (1841-1904) Op. 100 Sol-majör sonatı ile başlamayı ihmal etmemişti. Prihoda, oda müziği sanatının gerektirdiği ifade inceliğini, Dvorak’ın yepyeni bir görüş ve anlayış içinde meydana getirmiş olduğu bu Sol-majör sonatında da eksiksiz açıklamaya muvaffak oldu. Smetana’nın açtığı millî yolda yürüyerek, mutlak müzik üslûbunu (senfonik müzik) ilk olarak mahallî renklerle mahallî nağmeler ve ritmik özelliklerle zenginleştiren Dvorak, bu güzel eserinde de Bohemya ruhunun iki mühim esasını bir araya getirmekte başarı göstermişti: 1) Disiplinli bir düşünüş, 2) Zaptedilmesi güç bir heyecan. İşte Prihoda, Dvorak’ın eşine az rastlanan Sol-majör sonatının bütün kısımlarına (Allegro risoluto, Larghetto, Scherzo, Finale) Çek keman tradisyonundan gelen özellikleri kendi virtüozluk kudretinin tarifsiz inceliği ile de mezcederek [karıştırarak] yeniden can vermiş, bu suretle mutlak sanat şekillerinin icrasından beklenen estetik gayeye ulaşmıştır. Bu gaye, sanatta bedii nizamın [estetik düzenin] gerektirdiği, “değişiklik içinde bütünlük” prensibinden başka bir şey değildir.
Prihoda resitalinin ilk kısmının son eseri, Franz Anton Schubert’in (1808-1878) Op. 159 Do-majör Keman Fantezisi idi. Orta Avrupa keman çığırının önemli şahsiyetlerinden biri olan Dresdenli viyolonist F. Schubert’in küçük çaptaki sayısız keman parçalarından biri olan bu Fantezi, biraz evvel dinlenen Dvorak sonatına tam bir tezat teşkil ediyor, keman virtüozitesinin hemen bütün inceliklerini içine alan bu zarif eser, programın birinci kısmı ile ikinci kısmı arasında irtibatı sağlamaya yarıyordu.
Nihayet programın ikinci kısmı da başladı. Bu kısımdaki eserlerin, ileri bir fikir mahsûlü olduğu kadar, erişilmesi güç teknik imkânları da ihtiva etmekte olması, dinleyenler üzerinde tarifsiz bir hayranlık uyandırdı. Bu kısmın ilk eseri, müzik tarihinin en büyük üstadı Johann Sebastian Bach’ın (1685-1750) yalnız keman için yazdığı 6 sonatın üçüncüsü olan Do-majör sonatı idi (Adagio ve Fuga). İşte Prihoda, bütün virtüozların geleneğe uyarak programlarına kattıkları bu yüksek eseri de, Bach üslûbunun, bu arada Bach keman polifonisinin gerektirdiği özelliklere uyarak, harikulade bir anlayışla icra etti. Keman edebiyatında gerek teknik, gerek ifade bakımından erişilmesi güç sınırları aşmış olan bu sonatı (yani refakatsiz olarak keman için meydana getirilen 3 sonat ile 3 Partita’yı) acaba Bach niçin yazmıştı? Büyük Bach, bu sonatları meydana getirmekle, hiç şüphe yok ki, mini mini bir saz olan kemanın, yalnız akıllara hayret veren bir tekniğe değil, aynı zamanda sabit perdeli sazlarda olduğu gibi mükemmel bir çoksesliliğe (polifoniye) de müsait olduğunu ispat etmek için yazmıştı. İki yüzyıla yakın bir zamandan beri, eski ve yeni keman icracılığının gerektirdiği teknik usûllere göre icra edilmiş olan bu sonatın, gerek Adagio gerek Fuga kısmını Prihoda ne özlü bir Bach anlayışıyla çaldı! Birçok viyolonistin, Bach polifonisindeki nizama uymamaları yüzünden, bu eserin icrasında büsbütün yabancı bir melodi hattını meydana çıkarmakta oldukları düşünülürse, Prihoda’nın, gerek akorların, gerek çift ses pasajları ile arpejli figürlerin icrasında elde ettiği başarıya şaşmamak elden gelmez.
Programın en son eserleri, çoğu virtüozun kendi anlayışına göre yeniden düzenlediği, Paganini (1750-1782) yaratışlarından ibaretti. Prihoda, bu eserleri çalmakla, gene tradisyona uyarak, keman tekniğinde ulaşılması gereken en son noktaya yükselmiş oluyordu. Nitekim büyük virtüoz, Paganini’nin Adagio adlı eseriyle Sonatine’inde tam bir ifade derinliği elde etmiş ve “Nel cor piu non mi sento” adlı varyasyonlarında ise, eşsiz bir virtüozluk dehasına hükmettiğine dinleyenleri inandırmıştır.
İşte konser bu noktada sona erdi, fakat dinleyenlerin ve bilhassa Konservatuvar öğrencilerinin candan ve ısrarlı alkışlarıyla, yeniden sahneye çıkmak zorunda kalan büyük virtüoz, Chopin’in bir Nocturne’ünü, Beethoven’in Türk Marşı’nı ve Dvorak’ın Yeni Dünya senfonisinin ikinci kısmından alınmış tema ile meydana getirilmiş olan bir eseri, programına ilave olarak çaldı. Şu ciheti de memnuniyetle söyleyebiliriz ki piyanist Roji Sabo, resitalin piyano refakatiyle icra edilen eserlerine eşlik etmekte büyük başarı göstermiştir.
Ankara’nın son iki haftalık sanat bilançosunu Prihoda çapında büyük bir keman virtüozunun iki resitali ile kaparken, bu kıymetli sanat adamının, ileride Ankara’ya gene geleceğini kendi ağzından işitmiş olmanın sevincini burada açıklamadan geçemeyeceğim.