Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
2 Eylül 1945
Saat: 10.00

Bn. Emel [Spiker Emel Gazimihal]

EDVARD GRIEG VE SANATI
(1843-1907)

            Tabiat, insanoğlunun neşesine de kederine de hep aynı huzurla karşılık veriyor. Nitekim bir an için İskandinavya’nın yalçın fiyortlarını düşünelim. Tabiatın güzel olduğu kadar da korku ilham eden bu girintili çıkıntılı, bu dimdik fiyortları, büyük Norveç sanatçısı Edvard Grieg’in binbir olay içinde geçen hayatına hep aynı sükûnetle sığınak olmuştu. Onun içindir ki aradığı ideali vatanının bu ağırbaşlı güzelliği içinde bulan Grieg, Norveç’in sesini, geçen yüzyılın millî sanat ekolleri sırasına eksiksiz katmayı başardı. Nitekim sanatın ulusal kahramanları arasında Norveç ruhunu, Norveç güzelliğini tam olarak temsil eden Edvard Grieg, yaşadığı ve yeryüzünde dolaştığı müddetçe, yaratmaları için sonsuz bir ilham kaynağı olan Norveç’e sımsıkı bağlandı; ruhunu kuzeyin o sessiz tabiatından bir an bile uzak tutamadı.Çünkü gençlik çağlarının bitmez tükenmez fırtınaları arasında kendisine sayısız konuyu ilham eden Norveç dağları, Norveç fiyortları, hayatı acılar içinde geçen Grieg’e sonsuz bir teselli kaynağı da oluyordu. Hattâ gençliğinde Norveç’in en güzel, en heybetli yerlerinden biri olan Troldhaugen fiyordunu çok seven bu içli sanat adamı, biricik hayat arkadaşı şancı Nina Hagerup’la evlenme törenini de bu fiyortta, ilâhi bir neşe içinde kutlamıştı. Hayatının sonlarına doğru maruz kaldığı acıların tesellisini bu fiyorttaki yuvasında buldu; ölümünden sonra ancak küçük bir kavanoza sığabilen külleri, yine kendi vasiyeti üzerine, Troldhaugen fiyordunun yalçın kayaları arasındaki bir kovuğa bırakılıverdi. Onun içindir ki Grieg’i nerede ve ne zaman işitirsek işitelim, kuzeyi bize o güzel, o temiz çehresiyle yaklaştıran yegâne unsurun ancak sanat olabileceğini, hem de Grieg’e özgü bir sanat olabileceğini derhal anlarız.

            Bütün toplumlar için sahip olunmaya değer bir sanat adamı olan Grieg, her şeyden önce Norveç’in doğasını dünya repertuarına hediye etti. Eserlerinde kuzeyin şafak vakti sihrini, Norveç dağlarının, Norveç göllerinin, denizlerinin mizacını, Norveç dışı ülkelere yine Grieg tanıttı. Çünkü Grieg, Norveç halkının yüreğinin derinliklerine ulaşmıştı; bu derinliğin bütün sırlarını çözmüş, eserlerinde yalnız halkın ruhuna yer vermişti. Nitekim kendisi de şöyle diyordu: “Ben eserlerimde, memleketimin halk müziğini yaşattım. Üslûp ve şekil bakımından, Schumann ekolünün yarattığı Romantikler arasında sayılırım, amma memleketimin zengin halk türküsü hazinelerini iyice araştırdım. Ve şimdiye kadar Norveç ruhunun bu keşfedilmemiş olan ışığından millî bir sanat yaratmaya çalıştım”.

            Diğer taraftan kuzeyin bu sakin, bu mütevazi adamı, büyük bir üslûp peşinde koşmadığı gibi, doğaüstü bir ideale de el uzatmamıştır. Onun içindir ki, birçok eleştirmenler onun kederini, onun iç acılarını, Beethoven gibi kadere bile kolay kolay boyun eğmemiş bir sanat adamı olamamasını tek sebep olarak göstermişlerdir. Ama her şeye rağmen bu büyük adamın hayatında görülen bazı özellikler, kendisine meslektaşları arasında ayrı bir yer vermeye çok uygundu. Gerçi Grieg bir senfonici olamadı, çünkü yaratma enerjisi uzun işler görmeye pek dayanıklı değildi; eserlerine temel olan temalar oldukça hafif, hattâ kısa soluklu temalardı, çünkü doğa onu tam anlamıyla lirik bir şair olarak yaratmıştı. İşte onun içindir ki Grieg, büyük orkestra yerine, en çok yaylı sazlar orkestrasına bağlandı; hattâ ancak böyle bir orkestranın sağladığı renk ve ifade onu tatmin edebildi. Grieg, lirik şarkıları arasından seçtiği bazı eserleri yaylı sazlar orkestrasına göre düzenlemekten zevk alıyordu; böylece bizzat “elejik melodiler” diye nitelendirdiği bu sözsüz şarkılar, Grieg’in acı çeken ruhunu bize en doğru şekilde yaklaştıran eserler arasına katıldılar. Şimdi sanatçının 1878 yılından sonra orkestraya uyarladığı şarkılardan ikisini dinleyelim:

            (Plak 1: No. 336, Kalp acıları (Herzenswunden), Son ilkbahar (Letzter Frühling))

            Bu iki eser, Grieg gibi içli bir sanat adamının duyarlılığını bize ne güzel ulaştırıyor.

            Grieg ilk olarak 1865 yılında, yani 22 yaşına ulaştığı sıralarda en güzel, en yeni şarkılarını yaratmaya başlamıştı. İlk olarak devrin tanınmış Norveçli opera şarkıcılarından Julius Steenberg tarafından güzellikleri keşfedilen bu şarkılar, genç Grieg’i az zamanda bütün Norveç’e tanıttı, sevdirdi. Hattâ bu aralık Grieg için ateşli aşk yılları da başlamıştı. Bundan sonra Norveçli ünlü şarkıcı Nina Hagerup’un konserlerinde de dinlenen bu ateşli şarkılar, günün birinde bu genç şarkıcının kalbini sonsuz bir sevgiyle Grieg’e bağladı ve onu ister istemez Grieg’in sadık hayat arkadaşı yaptı.

            Şimdi Grieg’in Troldhaugen fiyordunda şarkıcı Nina Hagerup ile evlenirken yapılan düğün törenini tasvir için bestelediği bir eseri dinleyelim. Piyano için yazılmış olan bu güzel eser, “Troldhaugen’de bir düğün günü” diye anılır.

            (Plak 2: No. 2324 Troldhaugen’de bir düğün günü (Hochzeitstag auf Troldhaugen))

            Grieg’in bu türden büyük başarıları, yalnız kendi çevresini değil, günün birinde bütün Norveç’in, Bütün İskandinav memleketlerinin, hattâ en uzak ülkelerin bile gözünden kaçmaz olmuştu. Nitekim Grieg’in eserlerine hayran olan büyük sanatçı Liszt, 1868’de yazdığı bir mektupla Grieg’i Roma’ya davet ediyordu. Bunun üzerine sanatçı, Roma’da Liszt’le buluştu; onun gibi büyük bir şahsiyeti yakından tanımış oldu. Bir yıl süren bu yakınlık, Grieg’in yarattığı eserler bakımından çok hayırlı oldu; artık yeni tarzda, yeni çeşnide eserler meydana gelmeye başlamıştı.

            Artık ülke dışına turneler yapan Grieg, 1873’te tamamiyle gezgin bir hale gelmişti. Bu durum sanatçıyı her Norveçlinin kalbine mal etti; Grieg adı millî bir kahramanın adı gibi anılıyordu. Nitekim memleketin gözbebeği sanatçıya 1874 yılında Norveç Halk Temsilciliği tarafından ömür boyu olmak şartıyla yılda 1600 Kronluk bir ücret de tahsis edildi. İşte bu maddi ödül, Grieg’e hayatının sonuna kadar sıkıntı çekmeden çalışma imkânını verdi.

            Grieg’in 30’lu yaşlarına doğru bestelediği eserler arasında sırf âlet müziğine yer verdiğini görüyoruz. Meselâ sanatçının 45. eseri olan do-minör keman sonatı, çevrenin sanat anlayışına göre yepyeni bir eserdi. Hele tam klasik bir üslûpta yazılmış olan bu güzel sonatın gerek bütünü, gerek Romans kısmındaki o eşsiz şarkı tarzı, sanatçının oda müziği alanındaki yeteneğini bize yakından tanıtması bakımından çok değerli bir eserdir.

            (Plak 3: No. 2001 Sonat do minör, keman için)

            Küçük yaşından beri bedenen mariz olan Grieg’in, ileri çağlarda sağlık durumunun büsbütün bozulmaya başlaması, sanatçının yaratma enerjisini bir hayli zaafa uğratmıştı. Ancak yurduna sımsıkı bağlı olan Grieg, kendini bedenen en bitkin hissettiği zamanlarda bile, memleketinin o güzel dağlarında dolaşmaktan kendini alamıyordu. Sanatçı ancak dağ gezmeleri yaptığı zaman kendisi için gerekli yaratma enerjisini bulabildiğine inanıyordu. Ama ileri yaşlara ulaşan bu enerjik sanatçı, yaratma enerjisinin kendisinden yavaş yavaş uzaklaşmakta olduğunu da pekâlâ hissediyordu. Hattâ Grieg bu duygusunu, dostlarına yazdığı mektuplarda soylu bir mizah dozu içinde anlatmaya çalışıyordu. Nitekim sanatçı, 1905 yılında Leipzig’de eserlerini basan yayımcıya gönderdiği bir mektupta şöyle diyordu: “…eğer ilham atı koşmuyorsa, bilmeli ki o bir Roma merkebinden daha fazla kötülemiştir. Onu ne kadar dövsen, ona ne kadar sopa çeksen de o yerinden kımıldamamak konusunda o kadar fazla inat eder. Ve ben de hayvanları koruma derneğine üye olduğum için, bu zavallı hayvanı da bir dereceye kadar korumaya mecburum”.

            Kendini artık yerinden kımıldayacak gücü olmayan bir ilham atına benzeten Grieg, hayatının son yıllarında dünyanın her yerinden gelen davetleri kabul edemediğini gördükçe büsbütün üzülüyordu; hattâ bu duyarlılığını şu cümleyle ifade ediyordu: “Şimdi artık dünyanın her yerinden kendi eserlerimi idare etmeye davet ediliyorum; bu hal kaderin benimle alayı değil de nedir?!”.

            Grieg, üst üste rahatsızlıklarla dolu olan 1907 yılının bütün yazını, Leipzig’deki basımcısı Peters müessesesinin, çok sevdiği Troldhaugen fiyordunda kendisi için yaptırdığı villada geçirdi. Artık bu güzel, bu yalçın fiyort bile ona aradığı huzuru, aradığı enerjiyi veremiyordu. Bir aralık Christiania’ya gitmek isteyen sanatçıyı, sağlık durumunu yakından takip eden doktoru, bu arzusundan vazgeçirdi. Nihayet onu, vatanı olan Bergen’e götürdüler. Grieg, 4 Eylül 1907 tarihinde, hiç acı çekmeden, Bergen hastanesinde öldü. Fakat işin asıl güzel tarafı şuydu: Grieg, vasiyetnamesinde çok sevdiği ana vatanını, yani Bergen’i, servetinin biricik varisi olarak gösteriyordu; yani 300.000 markı bulan banka mevduatını Bergen’de yapılmasını istediği müzik faaliyetine tahsis ediyordu; bundan başka çok zengin olan kütüphanesini, notalarını, kişisel yazışmalarını içeren özel arşivini de gene bu mütevazi şehrin kütüphanesine hediye ediyordu. Ne ideal bir vatandaş tipi!

            Tabiat bu sanat adamını da tarihe böylece devretti; fakat her büyük sanatçı gibi Grieg de o uçsuz bucaksız tabiatten aldığı örnekleri insanlığa armağan etmekle, sonu olmayanların yanında yer aldı.

            Vakit kalırsa çalınacak:
Plak 4: No. 847 Peer Gynt Süiti (orkestra)

 

(Spiker tarafından okundu.
2.9.45, Saat 10-11)