Ankara Radyosu
26.11.1944
Saat 10.00-11.00
(DOKTOR dergisinde yayımlandı.)
Sayın dinleyenlerim, piyano, edebiyatının gerçek kurucusu Chopin, bundan bir yüzyıldan uzun bir süre önce dünya büyükleri arasında yer alırken, Paris sanat çevreleri kendisine layık olduğu ilgiyi göstermekten çekinmemişti. Esasen sanatkârın damarlarında taşıdığı iki ayrı kanın, yani Polonya ve Fransız kanlarının özelliklerini her bakımdan ortaya koyan Chopin lirizmi, bu büyük besteciyi yepyeni bir görüşle o döneme özgü sanat üslûbundan alabildiğine uzaklaştırıyordu. Bu hal, Fransız sanat çevrelerinin hemen her sahasında Chopin’e ayrı bir sevgi, ayrı bir sempati gösterilmesine neden oluyordu. Nitekim geçen yüzyılın tam yarı yerinde hayata gözlerini yuman Chopin’in hatırasını yalnız meslektaşları değil, güzel sanatların öteki üyeleri de anıtlaştırma hevesine düştüler. Hattâ sanatkârın vefatından kısa bir zaman sonra meşhur ressam Delacroix’nın başkanlığında kurulan Chopin anıtı komitesi, 17 Ekim 1850’de, yani Chopin’in ilk ölüm yıldönümünde Paris için güzel bir Chopin anıtı meydana getirdi.
Sayın dinleyenlerim, eserlerinin özellikleri bakımından hayatını çeşitli evrelere bölmemiz gereken Chopin’in en güzel eserlerini içeren bir dönem, 1844’ten 1847 yılına kadar devam eden 3 yıllık bir dönemdir. Chopin’in son yaratma yılları diye de nitelendirilmesi mümkün görülen bu 3 yıl içinde sanatkârın eserlerini en çok etkileyen şey, George Sand ile olan ilişkisidir. O kadar ki birbirini kovalayan iyi ve kötü günler, Paris çevrelerini hayretten hayrete düşüren Chopin’in doğaçlama konserleri, bütün bu hatıraların özeti demek olan irili ufaklı yaratmalar (Nocturne,ler, Mazurca’lar, Sonat’lar, Barcarol’ler, Polonez’ler, hattâ Vals’ler) hep bu 3 yıllık döneme tesadüf eder. Öte yandan Chopin’in George Sand ile olan uzun ilişkisinin garip sonuçlar doğurmaya başlaması da bu döneme rastlamaktadır ki sanatkâr kadının Chopin’i karakteristik en ince noktalarına kadar tahlil eden mektupları, büyük bestecinin mizacını bize en doğru şekilde nakleden kıymetli belgeler niteliğindedir.
Gerçekten de Chopin yine aynı yıllar içinde hayatının en olgun çağlarına ulaşmış, yani 35 yaşına varmıştır. Hayattan daha birkaç yıllık nasibi kalmıştır. Bu nedenle çok yaşamış insanlarda ancak olgunluk çağlarına doğru kesin bir şekil almaya başlayan karakter, görüş, muhakeme, karar, izzetinefis türünden muhtelif ruhsal durumlar Chopin’de 35 yaşlarına doğru tam bir istikrara varmıştı. Meselâ Chopin’in bu yaşlarda uzun ve gürültülü tartışmalara kesinlikle tahammülü yoktu. Bu yaşlarda sanatkârı yakından ilgilendiren alanlar da gittikçe sınırlı olmaya başlamıştı. Onun içindir ki George Sand gibi bir kadının hayatı boyunca tesadüf edilen uçsuz bucaksız coşmaların, feveranların Chopin’i bir hayli üzmüş olması ihtimali vardır, çünkü sanatkârın bazı yazılarında Victor Hugo’nun eserlerinde geçen aşk maceralarına tam bir kayıtsızlıkla temas ettiğine bakılırsa, George Sand’ın yazıları karsısındaki durumu da derhal anlaşılır. Nitekim Chopin Paris’teki hayatının bu türden olaylarını yazılarında hep “gevezelik” diye nitelendirmekteydi. Her halde sanatkârın gerek vatandaşlarıyla, gerek Parislilerle olan teması zamanında Fransız sanat piyasasının gözbebeği mertebesine yükselmiş olan Chopin’i çevreye büsbütün başka bir çehre ile tanıtıyordu. Ondaki ilahi huzuru, ilahi sükûnu dikkate değer bir kayıtsızlık şeklinde çevreye kabul ettiriyordu.
Ancak Chopin’in sanatı dışında önem verdiği bir nokta daha vardı ki o da sosyete hayatıydı. George Sand’ın “Hayatım” adlı eseri incelenecek olursa, Chopin’in sosyete karsısındaki durumu hakkında önemli notlara tesadüf edilir. Hattâ George Sand Chopin’in Paris’te her gün birkaç topluluğa birden devam ettiğinden de bahsetmektedir. Fakat işin garibi şu ki onun sevdiği sosyete, belirli seremonilere bağlı sosyeteler değil, kendi şahsiyeti tanınmış, Chopin hakkında her türlü dedikodulara sahne olmuş sosyetelerdi. Meselâ George Sand’ın Chopin’e göre sosyete hakkındaki düşüncelerini şu notlar bize ne güzel anlatır; bakalım George Sand ne diyor: “...Chopin ilk girdiği sosyetede önce kendi dehasını, kendi yeteneğini çevreye göstermeye çalışır. Eğer dinleyenleri derin bir hazza yahut da derin bir kedere ulaştırdığının farkına varırsa - ki onun müziği insan ruhunu çok kere ümitsiz bir kedere çeker götürür - bilhassa piyanoda irticalen çaldığı zaman - işte o anda ansızın ortadan kaybolur, yüzündeki çöküntünün üzücü ifadesini gidermek için birdenbire aynanın karsısına geçer, saçlarını düzeltir, kravatına çekidüzen verir. O anda soğukkanlı bir İngiliz halini alır. Ya olgun bir ihtiyar tavrı takınır yahut da gülünç olduğu kadar da içli bir İngiliz Miss’ine benzer. Ya da “pis bir Yahudi”yi andırır. Fakat bütün bu tipler kederli tiplerdir. Bazen son derece gülünç tezahürlere de vesile olan bu tipler esasında bütün inceliklerine kadar taklit edilen tiplerdir. Öyle ki insan onun bu hallerine usanmadan hayranlık duymaktan kendini alamaz. Yine onun başarıyla gerçekleştirdiği bütün bu yüksek ve zarif hareketler onu seçkin bir sosyetenin ruhu mertebesine yükseltir. Bu hal onun mevcudiyeti üzerinde apaçık bir tartışmaya bile yol açar. Öte yandan Chopin’in o kibar hali, alçakgönüllülüğü, nefsine hakimiyeti, yerinde olan gururu, hele onun her türlü kendini beğenmişliklerinden ve küstahça gösterişlerinden alabildiğine kaçması, etrafta yarattığı güven havası ve nihayet hareketlerindeki incelik ve zarafet onu seçkin bir topluluğa çok sevilen, çok takdir edilen bir dost olarak kazandırır.”
Görülüyor ki sayın dinleyenlerim, George Sand’ın kısmen şahsi olmakla beraber bize önemli bir mizacı yaklaştırmaya çalışan bu dikkate değer Chopin portresini Chopin’in bu öneme rastlayan eserlerinde de az çok sezmek, hattâ George Sand’a hak vermek mümkündür. (Plak: 1- Op.55 Nocturne, No.1, 1844, Op. 55 Nocturne’ler ateşli dramatik bir temsil karakteri gösterirler, gurup zamanındaki narin bulutları andırırlar. 2- Op. 60 Barcarol, 1846, suda iç içe genişleyen halkaları, küreklerin ucundan damlayan su damlalarını, yavaş yavaş ilerleyen bir sandalı, sahilden suya uzanmış yemyeşil ağaçların serin gölgesini ne güzel tasvir eder.)
Sayın dinleyenlerim, bütün bu güzel, bu içli eserleri dinledikten sonra biraz önce George Sand’dan dinlediğimiz Chopin portresi ile bu eserlerin yarattığı hayatlar arasında bir benzeyiş bulunacağına, hattâ sanatta gerçek üslubun sanatı yaratandan başka bir kimse olamayacağına şüphe yoktur. Fakat Chopin’in portresini başka fırçalardan seyretmek de mümkündür. Meselâ büyük Fransız müzik üstadı Berlioz, Chopin’in ölümü dolayısıyla 27 Ekim 1849 tarihli Journal des Debats gazetesinde yayınlanan bir makalesinde şöyle diyordu: “...Kendisini dinlemek istediklerine kesinlikle emin olduğu küçük topluluklarda piyanoda bir şeyler çalması beklenebilirdi, ama bir de çalmaya başladı mı etrafında büyük bir heyecan yaratırdı. Dahası ruhunu ne sıcak, ne melankolik hayaller, hülyalar halinde o çalışa katardı. Chopin çok kere gece yarısına doğru büyük bir salondaki konukların artık bir kımıldamaya mecalleri kalmadığı zaman, günlük politik meseleler üzerinde konuşulacak bir şey bulunmadığı, bir sürü gevezelik ve dedikodu kalmadığı, bütün tuzakların artık iş göremez hale geldiği, entrikaların sona erdiği, bir şey ifade edemediği zaman, kendini derin bir duygusallığa terk ederdi. İşte Chopin böyle bir anda bir çift güzel ve mânâlı gözün sessiz yalvarışlarına boyun eğer, birdenbire şair kesilir, rüyalarındaki kahramanların aşklarını, onların erkekçe neşelerini, uzaktaki vatanı sevgili Polonya’sı için, yani daima yenmeye hazırken her seferinde de yenilmiş olan Polonya için duyduğu endişeyi dile getirir. Hele bir akşam evine yemeğe davetli olduğu kimseye âdeta başına kakarcasına söylediği iğneli bir sözü hâlâ unutamıyorum. Kahveler henüz gelmemişti ki Chopin’e yaklaşan ev sahibi misafirlerin kendisini iç dinlememiş olduğu piyanoya oturdu. Küçük bir parça olsun çalacağının umut edildiğini söyledi. Buna karşılık Chopin öyle bir mazeret gösterdi ki bu hal onun piyano çalacak durumda olmadığına kuşku bırakmıyordu. Fakat ev sahibinin verdiği ziyafetin kıymetini iyi bilen bir insan edasıyla, hattâ ricasının yerine getirilmesini neredeyse hakarete varan bir tavırla beklediğini gören Chopin, tartışmayı birdenbire durdurarak zayıf ve kesik bir sesin yanı sıra şiddetli bir öksürükle şöyle dedi: “Ah, pek muhterem bayım, ben zaten yemeğinizden o kadar az yedim ki.” (Plak: 3- Op. 64 Vals, Prelüt Op.28 No.2 ve Vals Op. 64 No.1, 4- Prelüt, Vals No.3 La bemol majör, Leonid Kreutzer, 5- Alexander Breilowsky, Op. 47 Ballade, la bemol majör, Alfred Cortot. Her 4 Balad’da Chopin sanatında yepyeni bir buluş tanıtılır. Bu eserlere bestecinin Polonyalı ünlü air Mitzkievicz’in eserlerinden edindiği izlenimler hakimdir. Bütün eserlere bir at koşmasını andıran bir ritim hakimdir. Birinci kısım sanki bir kahraman atın sakin ilerleyişi, ikinci kısımda ise sanki karayağız bir atın bütün hızını sezmek mümkündür.)
Sayın dinleyenlerim, Chopin’in 1845-46 ve 47 yıllarına ait mektupları sanatçıyı dikkate değer bir şekilde neşeli göstermektedir. Hattâ bu yıllara ait mektuplarda Chopin rahatsızlığından hiç bahsetmemektedir, ancak bu durumun hastalığından dolayı yakınlarını endişeye düşürmemek için bilerek alınmış tedbirler olması ihtimali de vardır, çünkü bu yılların Chopin’e bir sürü bedensel ve ruhsal acı vermiş olduğu bütün biyografilerde yazılıdır. Buna rağmen Chopin 11 Ekim 1846’da yazdığı bir mektupta ufak tefek ev işlerinden bahsetmesinin dışında o dönemdeki astronomik keşiflere, otomatik müzik âletlerine, Londra ve Paris operalarına, Alexander Dumas’ya, ressam Boulanger’ye temas etmekte, tiyatro konusuna değinmektedir. Hattâ Paris’te botanik bahçesinde yapılan yenilikleri büyük bir hayranlıkla anlatmaktadır.
Sayın dinleyenlerim, Chopin ile George Sand arasındaki uzun yılların ilişkisi ne nitelikte olursa olsun, büyük besteci, George Sand’ın romanlarına aradığı tipi hakkıyla temsil etmesi bakımından bu yetenekli kadına esaslı bir ilham kaynağı da olmuştur. Meselâ Chopin 19 Nisan 1847 tarihli bir yazısında kendi portresinden bahsetmektedir. Yine aynı yazıda George Sand’ın ünlü bir romanı olan “Pizzinnino”yu ele almaktadır. Hattâ bu romanı George Sand’ın kendisine baştan aşağı okumuş olduğu da anlaşılıyor. Fakat sanatçı yine George Sand’ın yazdıgı “Lucrezia Floriana” adlı romandan pek o kadar hararetle bahsetmemektedir, çünkü bu romanın baş kahramanı olan Prens Carl tipi için George Sand’ın Chopin’i model almış olduğunda dönemin tanınmış kalem sahipleri birleşmişlerdir. Ancak sayın dinleyenlerim, bu durum bizim önemli bir noktaya daha temas etmemize neden olmaktadır. Belki de Chopin kendi mizacını en ince noktalarına kadar karakterize eden bu romanı yakınlarına tanıtmamak için böyle susmayı tercih etmiştir, çünkü Chopin “Lucrezia Floriana” adlı romanın ağırlık merkezini kendisinin George Sand ile olan ilişkisinin oluşturduğunu da pekâlâ biliyordu. Hele romandaki Floriana tipinin bir taraftan tıpkı bir azize gibi aşkla meşgul olarak çocuklarına bağlanması, öte yandan kalbi analık şefkatiyle dolu olmasına rağmen kendini yine sevdiği insan yolunda feda etmesi gibi olaylar, ruhen hırpalanmış olan bu kadında, yani Floriana tipinde sözde George Sand’ın temsil edilmek istendiğinde şüphe bırakmaz, dahası romanda sevdiği insan Lucrezia’ya bir ölüm azabı verir. Buna karşılık Lucrezia sevdiği insana daha çok bir anne şefkatiyle bağlanmıştır. Aslında Chopin ile George Sand arasındaki ilişki de çok kere bu yolda bir tanımlamaya neden olmuştur. Demek ki George Sand “Lucrezia Floriana” adlı romanında gerçekte mevcut olan bir faciayı anlatıyordu. Şu farkla ki romanda Lucrezia’nın kendini feda etmesine karşılık, gerçek olayın kurbanı Chopin’den başkası değildi.
İşte sayın dinleyenlerim, gerek George Sand’ın, gerek çağdaşlarının yazılarından ruh durumunu olabildiğince tespite çalıştığımız Chopin, hayatının bilhassa son yıllarına isabet eden eserlerinde kendi üslubuna özgü lirizmi ne güzel ortaya çıkarmıştır. Bu eserler arasında taşıdıkları adları estetik içerikleri bakımından hakkıyla ifade edebilen öyle yaratmalar vardır ki bunlardan örnek olarak ele alabileceğimiz bir ninni (Berceuse) bilhassa ritmik bünyesinin özelliği bakımından beşikte yavaş yavaş sallanan bir çocuğu, bu sallantı ritmine her seferinde titrek ve değişik nağmelerle eşlik eden bir annenin sesini dinleyenlere ne hoş hatırlatmaktadır. Böyle bir eserde Chopin insanoğlunun tasavvur edemeyeceği en ince nağmeleri, en akla gelmedik renkleri bulmakta özellikle ustadır. Bu türden eserler Chopin’in ruhsal durumunu da en iyi şekilde yansıtan eserlerdir. Meselâ bu büyük bestecinin Re bemol majör Ninni’sini dinlediğimiz zaman, sıcak bir yaz gününün sükûnetini bozan böcek hışırtıları aynen duyulur. Çocuğunu uyutmaya çalışan genç annenin sevimli ve narin sesi insanın ruhunda unutulmaz yankılar uyandırır. Onun içindir ki Chopin’e özgü bir mizacın bütün özelliklerine sanatçının her eserinde rastlamak her zaman için mümkündür. (Plak: 7- Berceuse Op.57 Re bemol majör, 1845, Raul Kozalski)
Konuşma: 24 dakika
Müzik: 34 dakika
Toplam: 58 dakika