
Ankara Radyosu
20 Mayıs 1940, Pazartesi
Saat: 21.10
(30 Temmuz 1944’te tekrar)
Sanatçının 100. doğum yıldönümü münasebetiyle
Muhterem dinleyenlerim, geçen yüzyılın romantik havası içinde ilk olarak ulusal bir sesle konuşan müzik sanatçılarının Ruslar olduğuna şüphe edilemez. 19. yüzyıl başlarında Batının her yerine bulaşan Romantizm müzik sanatında uluslararası yaratıcılık bilincine dayanırken, yabancı etkilerden hızla kurtulan Rus zevki en çok halkla kaynaşmış ve halk içinde kendini mutlu hissetmişti. Dolayısıyla ulusal Rus müziği az zamanda bütün dünyanın konser salonlarına hayranlıkla kabul edildi ve bu durum Orta Avrupa’da öteki ulusal müziklerin doğumuna da vesile oldu. Bundan dolayı 19. yüzyıl sırf genç Ruslardan esinlenmiş olan “Ulusal Ekoller” yüzyılıydı.
1871 yılından başlayarak Slav dünyasında gerçekleşen siyasi gelişim her alanda olduğu gibi müzik alanında da ulusal bir sanat tipinin doğumuna neden oldu. Hattâ 19. yüzyılın başından itibaren Slav milletleri arasında görülen daha sonraki müzik devrimlerine yalnızca Ruslar rehber oldu. Rus müziğinin tarihteki durumuna gelince: 6. yüzyıl Bizans tarih yazarlarının Slav halk müziğinden hayretle bahsetmelerine karşılık, ilk olarak 9. yüzyılda Prens Büyük Vladimir tarafından Bizans kilisesinden alınan litürjik müzik kilise dışındaki ulusal müziğin gelişmesine şiddetle engel olmuş ve Çarlar tarafından uzun süre -günah kabul edilerek- insafsızca takibe maruz kalan halk musikisi ilk olarak Büyük Petro zamanında takipten kurtulabilmişti.
Öte yandan II. Katerina zamanında Rus sarayını istila eden İtalyan operası, Rus aristokrasisinin müzik zevkini tatmin etmekle beraber halk müziğine hiçbir şey vermedi. Hele 19. yüzyıl başlarında bütün sanat âleminde etkili olan Orta Avrupa Romantizmi -büyük Rus şehirlerini sık sık ziyaret eden yabancı konsertistler aracılığıyla- müzik yazarlarını da etkisi altına almış ve bu hal tehlikeli bir müzik taklitçiliğinin doğumunu kolaylaştırmıştı. Bu kozmopolit duruma bir son verilmesi gerektiğini ilk önce besteci Glinka sezdi. Rus toplumunun muhtaç olduğu geleceğin ulusal sanatını yaratmak için her şeyden önce halk müziğinin ilkel kaynaklarına gidilmesini gerekli gören Glinka, yorucu çalışmalardan sonra halk melodisiyle litürjik Rus müziğinin pek belirgin olan özelliklerinden esinlenmiş ulusal bir sanat müziği türü bulmayı başardı. Acaba Glinka tarafından bulunan bu özgün tür nasıl bir sanat yapısına sahipti? Bütün müzik eserlerinin her şeyden önce tonal bir yapı içinde ele alınmaları esas olduğuna göre, Glinka’nın sistemi eski Rus kilise gamları üzerine kurulu kendine özgü bir armoni ile “sensible” notunu içermeyen bir melodiden ve nihayet simetrik olmayan serbest bir ritimden doğan ulusal özellikleri içeriyordu.
Rusya’da 19. yüzyılın ilk yarısı içinde elde edilen bu önemli sonuç modern Rus müziğinin yaratıcısı olan Glinka’yı izleyen sanatçılara önemli görevler vermişti. Gerçekten de Glinka sanatını miras olarak alan Borodin, Cesar Cui, Balakir, Mussorgsky, Çaykovski, Rimsky Korsakow gibi üstatlar elinde en son olgunluğuna erişen ulusal Rus müziği, ilk önce Glinka tarafından konulan stil prensibinin gerçek bileşkesinden başka bir şey değildi. Bu sanatçıların daha çok serbest ve kromatik bir tonaliteye dayanan eserlerine parlak bir virtüozite ile hassas ve ateşli melodiler hakim oldu. Öte yandan bütün bu eserlerle müzik edebiyatında yepyeni bir armoni âlemi açılmıştı. Ne gariptir ki hayatlarını ulusal Rus müziğinin gelişimine adayan bu büyük üstatların hiçbiri meslekten müzisyen değildi.
Ulusal Rus bestecileri Batıda var olan türlü müzik formlarının hemen hepsini kendi müziklerinin özel yapısına aynen uyguladılar. Bu arada meydana gelen piyano ve oda müziği eserleriyle senfonik eserler ve programlı müzik parçaları Batının en önemli konser salonlarında hayret ve takdirle dinleniyor ve yeni Rus operaları uluslararası opera repertuarına önemli unsurlar kazandırıyordu. Bu çeşitli müzik türleri arasında tamamiyle Rus sanatçılarına özgü olan senfoniler, pek belirgin olan özellikleriyle Orta Avrupa senfonilerinden ayrılıyorlardı. Gerçekten de izlenimci ressamlığın parlak peyzajlarına benzeyen bu kompozisyonlarda birçok renkli halk sahneleri birbirini izlemekte ve art arda gelen bu değişiklik, Batı senfonilerinde olduğu gibi, bir süre sonra gidilmesi gerekli olan bir finali hissettirmekteydi. Dolayısıyla bu müzik saf ve samimi içeriğiyle Rus halkının ruhunda yaşayan sonsuz bir dans varlığının dışavurumundan başka bir şey değildi. Bundan dolayıdır ki bu eserlerde her şeyden önce insanı bir oldubitti şeklinde şaşırtan sürekli bir ritim değişikliği göze çarpar. Bu nedenle Slavlarda daha aile ocağında başlayan ateşli bir ritim terbiyesinin her türlü gösterisine bu eserlerde sık sık rastlamak mümkündür.
Bugün sanat dünyasının takdirle andığı Rus bestecisi Çaykovski de aynı atmosfer içinde yetişmiş bir sanatçıdır. Eserleri üzerinde bir hayli dedikodu ve tartışma yapılan bu harikulade yeteneğin kişiliği hakkında öteden beri türlü eleştiri ve görüşlere rastlanır. Gerçekten de ulusal Rus müziğinin devamlı gelişimini yalnız Borodin, Cui, Balakir, Mussorgsky ve Korsakow gibi beş sanatçıya mal eden bir eleştiri mevcut olduğu gibi, Rus müziğindeki ulusal özgünlüğü yalnız Çaykovski sanatında arayan karşı bir eleştiri de vardır. Ünlü İngiliz bestecilerinden Cyrill Scott, ulusal Rus müziği hakkındaki bir yazısında, “bir milletin müziği pek orijinal değilse o müzik insanı öteki milletlerin müziğine bağlayan egzotik bir sevgiyi de mahveder” demekte ve bu egzotik sevgiyi ulusal Rus müziğinin yegâne temsilcisi olarak tanıdığı Çaykovski’nin sanatına karşı göstermektedir.
Batılı eleştirmenler tarafından başka başka yorumlara maruz kalan Çaykovski’nin kişiliği ne şekilde ele alınırsa alınsın, bestecinin özellikle enstrümantal müzik alanındaki harikulade yeteneğini kabul eden genel bir yargı her zaman için mevcuttur. Hattâ bu yargıya göre sanatçıya yalnız Rus bestecileri arasında değil, 19. yüzyılın Orta Avrupa romantik bestecileri arasında da önemli bir yer verilmesi gereklidir. Dolayısıyla Çaykovski müziğindeki güçlü lirizm, ulusal Rus edebiyatına olduğu kadar 19. yüzyıl romantizmine de önemli eserler kazandırmıştır.
1840 yılı Mayıs ayının 7. günü Ural’da Wotinks şehrinde dünyaya gelen Çaykovski, daha küçük yaşlardayken müziğe olan harikulade yeteneğini çevresine göstermişti. Oysa Ural maden fabrikalarının birinde müdür olan babası oğluna hukuk eğitimi aldırmak istiyordu. Çaykovski 1850 yılında öğrenim görmek üzere Petersburg’a gitti. Zaten 1854 yılında babasının Petersburg Teknoloji Enstitüsü müdürlüğüne tayin edilmesi üzerine Çaykovski ailesi Petersburg’a yerleşmişti. Öğrenim hayatı tamamiyle Petersburg’da geçen Çaykovski günün birinde hukuk okulundan mezun olmuş ve önce hukukçu sıfatıyla devlet hizmetine girmişti. Ancak genç Çaykovski’ye girdiği hukuk mesleğinde bir türlü gelişme imkânı vermeyen müzik uğraşı onun bütün zamanını alıyordu. Nihayet 1863 yılında 23 yaşındayken devlet memurluğundan ayrılan Çaykovski, aynı yıl içinde o zaman henüz yeni kurulmuş olan Petersburg Konservatuarı’na kompozisyon öğrencisi oldu. Genç sanatçı burada Anton Rubinstein gibi güçlü bir hocanın yanında kompozisyon öğrenimine başladı. Çaykovski konservatuar öğrenciliği sırasında sürekli olarak parasal sorunlarla boğuşmak zorunda kalmıştı. Nihayet binbir yokluk içinde geçen 2 yıllık bir öğrenim döneminden sonra konservatuardan mezun olan sanatçı, hocası Rubinstein’ın kardeşi Nikolaus Rubinstein’ın aracılığıyla Moskova Konservatuarı’na öğretmen olarak atandı. Çaykovski 1866 yılından 1878 yılına kadar aynı konservatuarda teori hocası olarak çalıştı. Ancak bu mesai Çaykovski’yi ideali olan bestecilikten uzaklaştırıyordu. Nihayet 1877 yılından sonra -zengin bir haminin aracılığıyla- konservatuardan ayrılan Çaykovski hayatını yalnız kompozisyona hasretti ve bu tarihten itibaren sanatçının hayatında çok zengin bir yaratma dönemi başladı.
Müzik sanatının hemen her sahasında görülmedik bir verimlilik gösteren Çaykovski, hayatının bu en önemli döneminde muazzam eserler meydana getirdi, ancak çok hassas bir insan olan sanatçının bütün yaratışları her şeyden önce derin bir lirizm üzerine kurulmuştu. Çaykovski az zamanda gerek enstrümantal, gerek vokal eserleriyle sanat dünyasının dikkatini kendine çekmeyi başardı.
Sanatta ulusal unsurların gerektikçe kullanılan bir çeşni olduğunu kabul eden Çaykovski, eserlerinde her şeyden önce müzikal bir dünya dili bulmaya çalışmış ve bu suretle dinleyenleri daha önceden hazırlanma külfetinden kurtarmıştır. İşte bundan dolayı sanatçı her yerde tanınmış, her yerde sevilmiştir. Çaykovski’nin en büyük eserlerine bile dramatik bir karakter yerine sonsuz bir lirizm hakimdir. Dolayısıyla kompozisyonlarında yalnız kendi duygularını anlatan bu lirik şair, duygularını bazen o kadar enteresan ve o kadar cazip bir şekilde ifade eder ki, bu durum sanatçının çevresini yalnız kendi derdiyle meşgul etmesinden doğan bencilliğini bile mazur gösterir. Hattâ duyguların çok kere yapay manierlerle ifade edildiği bir dönemde Çaykovski sanatındaki bu sonsuz lirizme tehlikeli bir hassasiyet gözüyle bakmaya da imkân yoktur.
Döneminin en verimli yeteneği olan Çaykovski’nin eserleri arasında özellikle senfonileri önemli bir yer işgal eder. Yüksek bir buluşun ürünü olan enstrümantal eserleri içinde 4. 5. ve 6. senfoniler sanatçıya büyük bir şöhret kazandırmıştır. Bu arada Çaykovski lirizminin en ateşli bir ifadesi olan 6. Patetik Senfoni çok sevilen ikinci temasıyla her yerde tanınmış ve senfoni literatüründe hiçbir esere nasip olmayan bir popülarite elde etmiştir. Bundan başka aynı senfoninin Çaykovski müziğindeki nazik lirizme tam bir kontrast oluşturan Scherzo bölümü, sanatçıdaki Asyalı mizacı ortaya çıkarması bakımından çok önemli bir müziği içermektedir. Hele bu senfoninin ikinci bölümündeki 5/4’lük aksak ritim, o zamana kadar simetrik ritimlere alışık olan Batı sanat dünyasında önemli bir olay olarak kabul edilmiştir. Bazen Slav ruhundan doğan ateşli bir heyecanı kolay kolay zaptedemeyen Çaykovski’nin -5. (mi minör) senfonisinde olduğu gibi- çok kere tehlikeli bir duygusallığa eğilim gösterdiği görülür. Sanatçının bu son iki senfonisi daha çok tasvir niteliğinde olmaları nedeniyle programlı müzik türleri arasında da sayılabilir. Bu durumu mi minör senfonisindeki Leitmotif’lerden anlamak mümkün olduğu gibi, sanatçının Patetik Senfoni’yi açıklama yollu yazdığı bir mektup da eserin tasvir özelliğini ortaya koymaktadır.
Çaykovski’nin programlı orkestra eserleri arasında Romeo Juliette, Hamlet, 1812 uvertürü özellikle sayılmaya değer. Sanatçının enstrümantal eserleri arasında ise re minör ve sol majör süitleriyle Mozartiana süiti ve bu arada özellikle Fındıkkıran süiti önemli bir yer işgal eder.
Çaykovski’nin -yüksek bir virtüoziteyi içeren- Re majör keman konçertosu ile Si bemol minör piyano konçertosu uluslararası konser repertuarının çok önemli eserlerindendir. Çaykovski lirizmindeki derin ifadenin -dönemin bütün bestecilerinde olduğu gibi- eserlerin yalnız ağır bölümlerine veya ikinci temalarına indirgenmemesi gerektiğini de bize bu piyano konçertosu kanıtlar. Nitekim bu eserin ilk bölümündeki ana tema çok lirik bir duyuşun ürünüdür. Sanatçının enstrümantal eserleri arasında 3 tane yaylı sazlar kuartetiyle birçok küçük ve lirik piyano eseri de bulunmaktadır.
Çaykovski’nin opera müziğine gelince: vokal alanda daha az başarılı olan Çaykovski’nin sayısız şarkılarıyla koro kompozisyonları yanında en önemli eserleri operalarıdır. Richard Wagner’e hayran olmakla beraber ondaki dramatik yapıya layıkıyla nüfuz edemeyen sanatçı, operalarında döneminin kahraman tipini başarıyla yaratmıştır. Bu arada bestecinin kendi hayatından esinlenmiş olduğu Yevgeni Onegin adlı operası sanatçıya önemli bir şöhret kazandırmıştır. Bu eserin kahramanı olan Yevgeni Onegin yüksek Rus sosyetesinin özelliklerini tam olarak ortaya koyan ulusal bir tiplemedir. Eserinin kahramanından kendisi de memnun olan Çaykovski, kardeşi Modest’e yazdığı bir mektupta “Artık firavunların, Habeş prenseslerinin zehir verme sahneleriyle bu türden kukla masallarının bu suretle operadan uzaklaştıklarına ne kadar memnunum” diyordu. Güzel melodileri herkesin ezberinde olan ve birçok lirik sahneyi içeren bu opera ilk defa 1881 yılında temsil edildi.
Öte yandan yapısı bakımından sanatçının ruhuna hiç de uymayan Yolanthe adlı sahne eserindeki Arap İbni Yahya’nın müzikle tasvir edilmesine sanatçının Doğuyla olan ilk ve son teması gözüyle bakılabilir. Çaykovski’nin Yevgeni Onegin’den sonra Rusya’da en çok sevilen operası 1890 yılında Puşkin’in bir şiiri üzerine yazdığı Maça Kızı adlı eseridir. Birçok hazin sahneyi içeren bu operanın hassas müziği sanatçıyla eseri arasındaki duygusal bağı derhal hissettirir. Öte yandan lirik bir sanatçı olduğu için epik bir mizaçla objektif bir ifadeden tamamiyle yoksun olan Çaykovski’nin tarihî konulu operalarda başarılı olmasına imkân yoktu. Çaykovski’nin komik bir opera olması gereken Demirci Vakula adlı sahne eserini ise -sanatçının bu tür kompozisyonlara da ruhen uzak olmasından dolayı- Rus yazarlarından Gogol’ün burlesklerinde görülen mizahtan bile tamamiyle yoksun bir kompozisyon gözüyle bakılabilir. Dolayısıyla bu tür eserler de yaratan Çaykovski sübjektif renklerle dolu bir lirizmden ayrılarak renksiz bir rutin içine düşmenin sanatı için ne derece tehlikeli olduğunu bir türlü anlayamamıştı.
19. yüzyılın sonlarına doğru Rusya’da müzik etkinliklerinin ağırlık merkezi St. Petersburg’dan Moskova’ya geçmişti. Aslında öğrenim hayatını tamamiyle Petersburg’da geçiren sanatçı Petersburglu olmaktan çok Moskovalı sayılabilirdi. Nitekim Çaykovski 1877 yılında konservatuar hocalığından tamamen ayrılıp serbest bir hayata atıldıktan sonra ölümüne kadar Moskova civarında bir sayfiye olan Klin’de oturmayı tercih etti. Hayatının son yıllarına doğru eserlerini yönetmek üzere uzak turnelere çıkan sanatçı, Avrupa’nın en önemli sanat merkezlerinde büyük bir beğeniyle karşılandı. Hattâ o sıralarda Cambridge Üniversitesi sanatçıya doktorluk unvanı vermiş ve Rus Çarı çok sevdiği Çaykovski’ye yıllık 3.000 rublelik bir maaş bağlamıştı.
Çaykovski 1893 yılında St. Petersburg Müzik Derneği’nin konserlerini yönetmek üzere Petersburg’a davet edildi. Sanatçı bu konserlerin birinde en önemli eseri olan Patetik Senfoni’yi büyük bir başarıyla yönet yönetti. Halkın derin heyecanı karşısında öteki konserleri de yönetmek üzereyken birdenbire hastalandı. Ve Patetik Senfoni’yi yönettikten tam 9 gün sonra, yani 6 Ocak 1893 günü Petersburg’da hayata gözlerini yumdu. Çaykovski’nin 53 yaşında henüz yaşlı sayılmayacak bir yaşta ölümü sanat dünyasında derin bir üzüntü yarattı ve bu beklenmeyen olay günün en önemli konusu oldu.
Bütün hayatı önemli varyasyonlar içinde geçen bu sıradışı insana ölümünden sonra da sanat dünyası büyük bir ilgi gösterdi. Gerçekten de uluslararası sanat merkezlerinde Çaykovski adına heykeller dikilmiş ve bir süre sonra sanatçının Klin’de bulunan evinde bir Çaykovski müzesiyle Çaykovski arşivi oluşturulmuştu. Dolayısıyla insanlık Çaykovski gibi uluslararası değerde bir şahsiyete ölümünden sonra da layık olduğu ilgiyi göstermekte bir an bile gecikmemişti.
Doğumunun 100. yıldönümü dünyanın her yanında kutlanan bu büyük Rus bestecisi hakkındaki konuşmamızı burada bitirirken, ulusal Rus müziğini olduğu kadar dünya müzik edebiyatını da etkileyen Çaykovski sanatının çok geniş bir yaratış esprisinden esinlenmiş olduğuna bir kere daha işaret etmek isterim.