Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
29 Eylül 1946, Pazar, Saat: 9.45-l0.45
(Ayrıca İngiltere’ye
The Voice of the World
dergisine gönderildi.)
Metin: 18 dakika
Müzik: 42 dakika
Yekûn: 60 dakika

BÜYÜK AMATÖRLER

Billroth (1829-1894) – Brahms (1833-1879) – Hanslick (1825-1904)

Sanat, ekmek konusu olmadan da insanoğlundan lütfunu esirgemez. Öyle amatörlerle karşılaşırız ki, meslekleri bakımından müzikle, resimle, edebiyatla hiç ilgileri olmaması lazım gelen bu insanlar, profesyonel sanatçıdan daha ziyade sanata hizmet etmişler, sanat tarihinde saygıyla anılmışlardır. Bunların arasında filozof, hukukçu, tabiiyeci [doğabilimci], kimyacı, diplomat, operatör, riyaziyeci [matematikçi], fizikçi olanları bulunduğu gibi, kendi mesleğinde tanındığı kadar müzik sanatında da tanınanlar, yahut sanat alanındaki yazı ve tenkitleriyle başka bir sanat büyüğünün gelişmesine yardımı dokunmuş bulunanlar vardır. Bunun aksi de varittir [geçerlidir]. Tarihte profesyonel müzisyenlikten veya ressamlıktan diplomatlığa, devlet adamlığına intikal etmiş, veya eder gibi görünmüş sanatçılarla da karşılaşabiliriz.

Başka meslekten olup sanatta da varlık göstermiş bulunan amatörlere nazaran, hakiki sanatçının diplomat veya devlet adamı oluşu ender görülen olaylardan sayılır. Sanat tarihinde bu tip yaratıcılara örnek olarak Paris, Madrid ve Londra gibi şehirlerde uzun müddet elçilik eden, 17. yüzyılın tanınmış Flaman ressamı Rubens’i, geçen büyük harpten sonra Polonya Cumhurbaşkanlığına seçilen büyük piyanist Paderewski’yi gösterebiliriz. Bu takdirde Rubens ve Paderewski’nin esas itibariyle sanatın mı, yoksa diplomatlığın mı amatörü oldukları da hatıra gelebilir! Fakat diplomasi mesleğinde bir hayli acemilik göstereceği muhakkak olan hakiki sanatçı için meslek dışında yapılacak her işin geçici bir şey olacağı muhakkaktır. O halde ressam veya bestecinin sanatın dışında yükleneceği bütün işlerin amatörü olmaları lazım geleceği kendiliğinden anlaşılır, çünkü tarih bize bu tip büyükleri diplomat olarak değil, her şeyden önce sanatçı olarak tanıtmış ve sevdirmiştir.

Bu hal, sanatları dışındaki işlerle de uğraşmayı âdet edinmiş sanatçılar için varit olduğu gibi, güzel sanatların herhangi bir kolunda varlık göstermeye çalışan amatörler için de az çok varittir. Bununla beraber, sanatla da uğraşmayı itiyat edinmiş diğer meslek erbabı arasında, “Büyük Amatörler” diye vasıflandırabileceğimiz kimselerin adedi az değildir. Hattâ büyük sanatçılar arasında, sanatını ekmek mevzuu yapmamaya azmetmiş, sanatta da amatör kalmayı tercih etmiş müstesna durumlu şahsiyetlerle karşılaşmak da mümkündür. O halde Paderewski veya Rubens gibi üstatların büyük diplomat olarak değil, büyük sanatçı olarak vasıflandırılmaları tabii bir şeydir.

Yukarıdan beri yaptığımız incelemeleri tipik bir misale de bağlayabilmek için, tarihin idealist amatörlerinden birini ele alalım; bazen profesyonel sanatçıları bile gölgede bırakan bu çapta bir sanat amatörünün, kendini yetiştirdiği kadar, muhitinde karşılaştığı hakiki sanat adamlarından bazılarının da yetişmelerini nasıl sağlamış olduğunu gözden geçirelim.

Geçen yüzyıl sanatının esas vasfı olan Romantizm, amatör sanatçı ve tenkitçi yetiştirmede de diğer yüzyılları gölgede bırakmıştı. Bu amatör sanatçılarla tenkitçiler arasında, kendilerinin olduğu kadar, devrin tanınmış sanat büyüklerinden bazılarının da yetişmesine önayak olanlar çoktur. Mesela bu tip bir sanat amatörüne örnek olarak, geçen yüzyılın tıp hayatında olduğu kadar müzik hayatında da dillere destan olan şöhretli bilgin ve operatör Theodor Billroth’u gösterebiliriz. Hattâ devrinin sanat severleri arasında, müzik olaylarıyla olduğu nispette müzik üstatlarıyla da onun kadar yakından ilgilenmiş bir bilim adamının bulunmadığını iddia etmek hata sayılmaz. Zamanımızın çok popüler bir adamı olan, dünyanın en az on diline tercüme edilen “Umumi Cerrahi” adlı eseriyle geniş bir tıp nesline hocalık etmiş bulunan Billroth, Zürih’teki ve bilhassa Viyana’daki çalışmalarıyla tıp dünyasına kıymetli eserler ve buluşlar sağlamıştır. Aynı zamanda Billroth, kuvvetli bir piyanist, eşine az rastlanmış bir viyolonist olduğu için, sık sık tertiplediği oda müziği akşamlarında seçkin bir sanatçı muhitini etrafına toplamaya muvaffak olmuştur. Billroth’un dostları arasında kendine en yakın bildiği iki tanınmış insan vardı ki, bunlardan biri, müzik sanatında neo-klasisizmin kurucusu olan büyük üstat Johannes Brahms, diğeri de, kendi adına izafe edilen estetiğiyle tanınmış büyük bediiyatçı [estetikçi] Eduard Hanslick’tir.

Theodor Billroth’un Brahms’a ve Hanslick’e yazdığı mektupları yayımlamakla tanınan Dr. Georg Fischer’in: “Brahms’sız ve Hanslick’siz Billroth olamaz” dediğine bakılırsa, bu üç büyüğün birbirlerine ruhen ne derece yakın oldukları anlaşılır. Şurası da kesin olarak söylenebilir ki, Zürih’ten sonra o büyük şöhretiyle Viyana’ya intikal etmiş olan Billroth, Brahms’ın da bu şehre bağlanmasını sağlamıştı. Diğer taraftan, elde bulunan mektuplar incelendiği takdirde, “Brahms-Billroth dostluğu”nun derecesini tayine yarayacak bir sürü cümle ile karşılaşmak da mümkündür. Nitekim büyük tıp bilgini Billroth, bu mektupların birinde Brahms için şöyle demekte idi: “Brahms ile her buluşmamız, onu bana bir kat daha sevdiriyor…”.

(Brahms: 1. Senfoni, do minör, Op.68, 1. Bölüm)

Billroth, ölümünden 4 yıl önce Brahms’a gönderdiği mektupların birinde de şöyle demektedir: “Hayatımın en mesut geçen anlarını düşünecek olursam, bu anların büyük bir kısmını yalnız senin doldurduğunu görüyorum”. Her iki büyüğün Viyana’da yan yana geliştikleri sırada meydana gelmiş hiçbir Brahms eseri yoktu ki Theodor Billroth’un kendine has mütalaası alınmadan, yahut da Billroth’un evindeki müzik toplantılarının birinde çalınıp dinlenmeden yayımlanmış olsun. Hattâ Billroth, Brahms’a gönderdiği mektupların bir yerinde de şöyle diyordu: “Seni, ayın son haftasında Viyana’da tekrar görebilmem ümidini henüz kaybetmemiş bulunuyorum; hele o yeni yazdığın yaylı sazlar kuvartüorunun (Op.67 kastediliyor), ilk olarak bizim evdeki mutat toplantılarda dinlenememiş olmasına kendimi bir türlü alıştıramıyorum”.

(Brahms: Küvintet, sol-majör, Op.111, 1. Bölüm)

Billroth, diğer bir mektubunda da şöyle diyordu: “Benim için hâlâ unutulmaz bir zevk, o [Brahms] bazen bana uğrardı, bu kısa ziyaretlerinde çok kere alelâde şeylerden konuşurduk, tam ayrılacağı anda, paltosunun cebinden bir tomar kâğıt çeker çıkarır, aşağı yukarı şöyle derdi: “Şuna bir bak da düşündüklerini bana yazıver.” Bu yaz piyano konçertosunun ilk müsveddelerini de “bir iki küçük piyano parçası…” diye bana uzattı.”

(Brahms: Keman Konçertosu, re-majör, Op.77, 1. Bölüm)

Billroth’un Brahms yaratmaları hakkındaki görüşlerine sanat dünyasının ne derece önem vermiş olduğunu anlamak için, W. Reimann’ın Johannes Brahms hakkında yazdığı monografide yer alan Billroth tenkitlerinden birini gözden geçirmek kâfidir. Nitekim Billroth, bu tenkitlerin birinde, Brahms’ın meşhur Requiem’i için şöyle demektedir: “Onun daha geçenlerde ilk yarısını dinlediğimiz Requiem’i o derece duygularımızın üstünde, o derece Protestan ve Bach-vari bir yaratma ki, bu eser burada [Viyana’da] güçlükle başarı elde edebilir”.

(Brahms: Requiem’den koro – org refakatinde)

Billroth, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Brahms’a gönderdiği bir mektupta da şöyle demektedir: “Senin oluş safhalarının büyük bir kısmını birlikte yaşadım ve sen de bu zamanlarını benimle birlikte geçirdin. Bu birlikte geçen zamanlarımız bizim için öylesine bir bağdır ki bunu ancak mesut bir yuvadaki iki kardeşi birbirine yaklaştıran bağla kıyaslamak mümkündür… Vaktiyle her yarattığın eser için şu veya bu maalde söylediğim sözlerin seni memnun etmiş olduğuna eminim. Fakat son zamanlarda büsbütün dilsiz kesildim, çünkü artık [senin eserlerinin karşısında] güzel, şaşılacak derecede güzel sözlerinden başka söyleyecek bir şey bulamıyorum! Bir insan için hakiki saadet ne olabilir diye çok düşündüm, fakat bugün senin müziğini dinlerken mesut olduğumu hissettim. Bu hususta kesin kararımı artık vermiş bulunuyorum.”

Billroth, 1886 yılında Brahms’a yazdığı bir başka mektupta da şöyle bir cümle kullanıyordu: “Bazı bilgi ve başarılarımız gururumuzu okşar, öyle ki şu küçücük seyyare [gezegen] üstünde kendimizi bir şey sanırız; halbuki bunun böyle olduğunu evvelden kestirip, evvelden görüp ruhi bir mürakabeye dalabilseydim [kendi iç âlemime bakabilseydim], her halde yaşamamayı tercih ederdim! Sen de başka türlü yaşamazdın! Değil mi?”

Billroth’un, devrinin büyük bediiyatçısı Eduard Hanslick ile olan münasebetleri de önemle incelenmeye değer bir konudur. “Müzikte güzel olan nedir?” adlı eserini bundan tam 92 yıl önce yayımlamış bulunan Hanslick, günün birinde Billroth’dan aldığı mektubun şu satırlarına hayran olmuştu: “Evinizde çok müzik, yani çok gürültü yapmış olduğumu düşündükçe kendi kendime esef ediyorum; herhalde beni olduğum gibi kabul etmeniz zaruri. Müzik beni ta içten sarsıyor ve bana birçok faydalar sağlıyor. Ruhen boşalma fırsatını, arada sırada bu şekilde olsun elde edebildiğim için çok mutluyum”.

(Brahms: Viyola ve piyano sonatı, fa-minör, Op.120, No.1)

Büyük bilgin Billroth, müzik hakkındaki görüşlerini, kendine mahsus üslubuyla tespit etmekten, müzik problemleri üzerinde yazı ile fikir yürütmekten büyük bir zevk duyardı. Müzik alanında biricik eseri olan “Kimler müziğe kabiliyetlidir?” adlı kitabını karıştırırken karşılaşılan ince mizaha da hayret etmemeye imkân yoktur. Bu büyük amatör, bahis konusu eserinin bir yerinde, kendini telmih [ima] ederek şöyle demektedir: “Sanat hakkında makul bir fikir yürütebilmek hakikaten güç şey… Bu tıpkı şuna benzer: iyi bir elmanın tadını anlatmak isteyen bir kimsenin o elmayı bizzat yemiş ve tadını almış olması lazımdır; eğer o elma hem yenir, hem de tadının farkına varılamazsa, onu anlatmak için söylenen sözlerle patatesin tarifinden daha ileri gidilemeyeceği tabiidir”. Görülüyor ki, Billroth çapında bir sanat amatörü, kitabında, müzik sanatı hakkında istediği gibi konuşamadığına esef etmekte, elmayı tarif edeyim derken patatesin vasfında kalmış olduğunu sanmaktadır.

Ne yazık ki tıp dünyasının büyük bilgini Theodor Billroth, uzun yılların tecrübesine dayanarak meydana getirdiği “Kimler müziğe kabiliyetlidir?” adlı eserinin basılışını görememiş, bu kitabın üzerine son notlarını da yazdıktan birkaç gün sonra, 6 Şubat 1894’te ölmüştür. Bu kitabın baş tarafında yazılan en son not şu cümle olmuştur: “Bu manüskri, sevgili dostum Eduard Hanslick’e verilecek ve bu kitabın ne yapılması lazım geleceğini ancak o tayin edecektir”. Hanslick, bu güzel eseri çok içli bir önsözle yayımladı; fakat bu uğurda sarf edilen hiçbir söz, hayatın sonunu cesaretle kollayan Billroth’un kitabına eklediği o meşhur sonsözdeki asil heyecana yaklaşamadı. Nitekim o sıralarda 65 yıllık bir ömrün huzuruna varmış bulunan Billroth, eserini şu cümlelerle bitirmişti: “Gece; etrafımı çoktan sessizlik almış, biraz sonra içim de sessizliğe kavuşacak. Ruhum yolculuğa hazırlanıyor. Üstümü masmavi bir gök örtüyor ve ben vücudumu bırakıp o göğe doğru uçuyorum. Görülmeyen  koroların ahengi kulağımı dolduruyor; tatlı değişiklikler içinde, tıpkı sonsuzluğun nefesi gibi! Etrafımda sesler işitiyorum, mest edici sözlerin yankıları kulağıma şöyle çarpıyor: Gel, yorgun adam, biz seni mutlu edelim. Şu gök kubbenin sihri altında seni düşünmekten, insanoğlunun o en büyük neşesinden, en derin kederinden kurtaralım. Kendini varlığın bir parçası biliyordun, artık büsbütün o varlığa katıl, o bütünü duyabilecek kudrete kavuş.”

(Brahms: Keman sonatı, re-minör, Op.108, 2. Bölüm)