Radyo Dergisi
Haziran 1949
Sayı: 90
TÜRKİYE’DE CHOPİN
Chopin’in ölümünün yüzüncü yıldönümü münasebetiyle, Varşova’da yapılan IV. Milletlerarası Piyano Konkuru ve Müzikoloji Kongresi’ne memleketimizden müşahit [gözlemci] ve konferansçı olarak katılan Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Radyo Dairesi Müdürü Cevad Memduh Altar, kongrede “Türkiye’de Chopin” konusunda bir tebliğde bulunmuştu. Cevad Memduh Altar’la Ankara Radyosunda bu konu üzerinde bir röportaj yapılmıştır. Aşağıda bu röportajı okuyacaksınız:
- Türkiye’de Chopin mevzuunu ne bakımlardan incelediniz?
- Müzik sanatında millî unsurlara, (her bestekârdan daha çok) milletlerarası değer vermenin sırrına ermiş ve müstakil piyano eserleri yaratmış olan Frederic Chopin, Türk reform tarihi bakımından da büyük şahsiyet olduğu için, onu Kongrede kültür tarihimizin çeşitli safhaları bakımından inceledim ve bu arada tebliğimi, III. Selim reformundan Cumhuriyet devrine kadar geçen altı inkılap hamlesi içinde mütalaa ettim.
- Umumiyet itibariyle tebliğinizin yarattığı tesir ve gördüğü alâkadan bahseder misiniz?
- Varşova’daki Chopin Yılı İcra Komitesi bir seneden beri hakikaten büyük bir itina ile hazırlanmıştı. Bütün dileklere gösterilen alâka ve misafirperverlik samimi idi. Konferansıma geçtiğim konunun onlar için yepyeni bir etüd sahası olduğunu gördüm. Konferansı yakın ilgiyle karşıladılar.
- Şimdi tekrar mevzuumuza geliyoruz, Chopin’in müstakil bir piyano literatürü yarattığını söylediniz. Bu mühim Batı sazı memleketimizde nasıl tanınmıştır?
- Piyano gibi sabit perdeli ve tuşlu sazların, daha doğrusu piyanonun ceddi olan klavsenin memleketimizde saray muhitine çok eski tarihlerde girmiş olması lazım gelir. Fakat halkın bu saza olan ilgisinin daha çok 19. yüzyıl başlarına inhisar ettiğini sanıyorum.
- Buna dair elde ettiğiniz bir vesika var mı?
- Eski gazetelerin çoğunu taradım. 1845 tarihli Ceride-i Havadis’te şu, çok enteresan ilanla karşılaştım. Cümleleri aynen hatırımda: “Nevama kanuna müşabih bulunan piyano nam sazı çalmakla kâmile Avrupalı bir karı olup, cenk-i zenan ve zamanda isteklu olanlara talim edeceği ve mahalli havadishanemizden bildirileceği…”
- Ne tuhaf ifade.
- Evet… o zamanın üslûbuna göre yazılmış. Fakat görülüyor ki, bu ilanda piyano, ancak Türk sazı olan kanuna benzetilmek suretiyle müzik meraklılarına tarif edilmek istenmiş… O halde bu tarif, piyanonun halk arasında henüz tanınmamakta olduğu zehabını uyandırmaktadır.
- Acaba bu piyanoyu çakmak bizde ilk olarak kime nasip olmuştur?
- Bunun üzerinde de çok incelemeler yaptım. 1947 senesinde piyanist Mithat Fenmen’in yazdığı “Piyanistin Kitabı” adlı eserde de bu hususta kıymetli malûmat bulunmaktadır. Yapılan araştırmalarda Abdülmecit Tanzimatından, yani 1839 tarihinden 11 sene evvel, II. Mahmut ıslahatıyla beraber memleketimizde müzik reformuna Donizetti’yi memur edilmiş görüyoruz ki, bu duruma göre 1882’de ölen Donizetti’ye genç yaşlarında piyano talebesi olan müzisyenin Enderun’dan Necip Ahmet Paşa olduğu anlaşılıyor.
- Necip Ahmet Paşa… Demek bizim ilk piyanistimiz bu zat? Pekâlâ… Türkiye’ye Chopin nasıl girmiştir?
- 1828’de, yani Donizetti’nin Türkiye’de vazife kabul ettiği tarihlerde Chopin henüz 18 yaşındaydı ve yalnız Varşova muhitinde tanınıyordu. Bu itibarla o tarihlerde Donizetti’nin Chopin’i tanıdığını pek tahmin etmem. Fakat büyük piyanist ve bestekâr Franz Liszt’in ilk olarak 1847’de Türkiye’yi ziyaretinde verdiği konserlerde Chopin’in Mazurka’larını çalmış olduğuna bakılırsa, Chopin’i Türkiye’ye ilk defa Franz Liszt’in getirdiği anlaşılır.
- Türk kadınlarının piyano merakına, bu arada Chopin’i çalan ilk Türk kadınına dair notlarınız var mı?
- İlk olarak I. Meşrutiyet’i takip eden yıllarda, kendisini devrinin sanat muhitine sevdirmiş ve saydırmış bir Leyla Hanım’la karşılaşıyoruz. Bu hanımın, diğer klasik Batı eserleriyle birlikte Chopin’i de memleketimizde tanıtmış olduğu muhakkaktır. Leyla Hanım “Solmuş Çiçekler” isimli hatıratında, kendisiyle birlikte ihtiyarlayan piyanosunu telmihan: “Kaçıyorum… odamda kısılmış sesimle mırıldanarak işitmemeye çalışıyorum. Piyanom ise güç klasik morsoları layıkı veçhile icraya ademi muvaffakiyetten mütevellit asabiyet ve hırçınlıklarla acı acı haykırıyor…”. Buradan anlıyoruz ki Leyla Hanım, klasik eserleri ve bu arada Chopin’i severek çalmış.
- Edebiyatımızda Chopin’in tesirlerini araştırdınız mı?
- Evet, bilhassa 1900 yılında yalnız tesiri değil, Edebiyat-ı Cedide’cilerin bütün eserlerinde Chopin’den bahsetmekte âdeta rekabete giriştiklerini görür gibi oldum. Meselâ tam 1900 yılında neşredilen birçok roman ve hikâyelerinde Halit Ziya Uşaklıgil, Saffet Nezihi, Mehmet Rauf hep Chopin’den bahsediyorlar. Meselâ Saffet Nezihi, üst üste birkaç kere basılan “Zavallı Necdet” romanının aşk kahramanına Chopin’in “Marche funebre”ini çaldırırken, onu şu cümlelerle konuşturur: “Chopin’in, o meşhur musiki üstadının Marche funebre’ini çalmakla başlamıştı… Ben mest olmuştum.”
- Başka bir misal?
- Meselâ Cenab… 1897’de yazdığı “Yekazat-ı Leyliye”yi, yani Nocturne’ü, sırf Chopin’in Nocturne’lerinden mülhem olarak yazıyor. Bu arada Chopin literatürünün ayrılmaz bir unsuru olarak piyanoyu ve piyano sevgisini edebiyatımızda belirtiyor, bilirsiniz,
Ta uzaklarda işte bir piyano
Onu bi şüphe bir kadın çalıyor
Musikiden cevabı yeis alıyor
Dinle ey ruhum işte ağlayan o…
- Güzel… Edebiyatımıza ilk giren piyano kelimesine de kafiye deryasında güzel bir eş bulmuş: “ağlayan o…” . Bir de Tamburi Cemil Bey’in Batı musikisiyle ve eserleriyle meşgul olduğunu biliriz. Acaba Chopin’le de teması var mıdır?
- Büyük sanatkârımız Tanburi Cemil Bey, 1901 tarihinde “Rehber-i Musiki” adında çıkardığı kitabında gördüğümüzden başka, bilhassa 1908 Meşrutiyet’inden sonra, Batı sanatının esaslarını arayan ve Türk musikisi ile Batı musikisi arasında mukayeseli neticeler çıkaran ilk sanat adamımızdır. Tanburi Cemil Bey, ilk defa Şerif Ali Haydar Paşa’nın muhitinde karşılaştığı Polonyalı büyük piyanist Godowski ile görüştükten ve onu dinledikten sonra Chopin hakkındaki tecessüslerini tatmine çalışmış ve hele memleketimize uzun yıllar hizmet etmiş olan piyanist Hege ile olan temasları, ona Chopin’in sanatını büsbütün sevdirmişti. Meşrutiyetten sonra ilk defa “konser” adıyla verilen o uzun toplantıların programlarında Tanburi Cemil adıyla Hege’nin adı çok kere yan yana görülür. Metrukatındaki notalar arasında Chopin’e ait birçok notalar bulunmuştur. Bilhassa bunlardan mi-bemol majör Nocturne’ü ile meşgul olduğu tespit edilmiştir.
- Biraz da Cumhuriyet devrinde Chopin edebiyatı ve kültüründen bahsedebilir miyiz?
- Meşrutiyetten Cumhuriyet devrine kadar geçen zaman içinde, Avrupalı piyanistlerin meydanı yavaş yavaş Türk piyanistlerine bıraktığını sevinçle görüyoruz. Fakat piyano literatürünün, hattâ Copin edebiyatının gerektirdiği dört başı mamur piyanistlerimizin yetiştiği devir, hiç şüphe yok ki Cumhuriyet devridir. Hele bu devirde, büsbütün inkişafa kavuşmuş olan İstanbul Şehir Konservatuvarı ve 1935’te kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı, günün modern sanat cereyanlarını memlekete mal eden, birçok kıymetli elemanlar yetiştiren millî sanat müesseselerimiz olmuştur. Avrupa’nın büyük şehirlerinde tahsillerini ikmal eden piyanistlerimiz, bu her iki sanat müessesemizde Chopin sanatını gereği gibi tanıtmak yolunda büyük gayretler sarf ettiler ve muvaffak oldular. Bu arada Ferhunde Erkin, Cemal Reşit Rey, Fuat Türkay, Mithat Fenmen, Ömer Refik Yaltkaya gibi sanatkârlarımızı hürmetle anmayı bir borç biliriz.
- Görülüyor ki Chopin’i bütün milletler, sanat dünyası kendine mal etmiş, bu kültürel kaynaşmada bizim de bir hissemiz olacak.
- Pek tabii… Sanatların en millî olanının en milletlerarası değerde olduğunu da bize anlatan büyük Atatürk’ün şu sözünü sade biz değil, bütün dünya unutamaz: Atatürk aynen şöyle söylemişti: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir”. Teşekkür ederim.