Prof. H.v.Schmeidel raporu
Tercümenin bittiği
Haziran 1935 sonları
Türkiye’de musiki hayatı kurumu yolunda genel düşünüşler
Gazi Ata Türk, Türk Milletinin garp [Batı] musikisinden esaslar alması lüzumunu kat’iyetle bildirdi. Çünkü XX. asır [yüzyıl] hayat telâkkisinin icabettirdiği [görüşünün gerektirdiği] bu musiki, aynı zamanda saf, deruni [içten] ve yaşamak saadetine malik [sahip] olan bir Millet için, ruhani [manevi] vazifelerin en mühimidir. Bununla beraber garbin [Batının] musiki kültürü, bütün Türk camiası için henüz bir ihtiyaç, yani duyulan bir ihtiyaç değildir. Çünkü burada yalnız birkaç bin münevvere inhisar edip [aydınla sınırlı kalıp], bütün Millete temas bile etmeyen bir musiki kültürünün husule gelmesi tehlikesi de mevzuubahsdir [söz konusudur].
Sanat, garbin teknik istihsalâtı [üretim] gibi, yabancı kültür muhitinden [çevresinden] kolayca ithal edilebilen bir şey değil, bilakis diğer kültür milletlerinde, milletlerin tarihlerinde, ve hatta o milletlerin tabiat tarihlerinde kökleşmiş bir varlıktır. Binaenaleyh [dolayısıyla] Türk milletinde kökleşmiş olan müzikal ve ritmik unsurların da tanınması, toplanıp kıymetlendirilmesi, vatan ve memleket sevgisinin bu musikide yer alması lazımdır.
Garbin ekseri musikisinin bir Türke sıkıcı gelmesi yanında, burada şehrin umumi mahallerinde, halkın eğlence musikisi olarak işitilen şeyler ise, Avrupa’ya seyahat etmiş bir Türkte olduğu gibi, bir Avrupalıda da tamamiyle kerih [kötü] ve marazi [hastalıklı] bir tesir husule getirmektedir [etki yapmaktadır].
O halde bütün memlekette Ankara’nın şehir bahçe ve lokantasındaki musikiye benzeyen şeylerin tamamen men’i [yasaklanması] lazımdır. Bu gibi eğlenceler, sırf İslami bir ataletin [durgunluğun] tevlit ettiği [doğurduğu] akustik zehiri ile, müzikal bir disiplin noksanlığını ihtiva etmektedir [eksikliğini içermektedir]. Burada tamamiyle sahte bir vaziyet arz eden akustik geçen asrın [yüzyılın] sonlarına doğru tesadüf edilen ve Millete kuvvet verecek bir musiki yaratamadıktan maada [başka] ne bir heyecan ne de bir derinleşme kabiliyetine malik olan, Avrupa’nın bazı fena kompozitörlerindeki tatlı, acıklı ve rehavet veren bir romantik ile mukayese edilebilir.
Sanat, kuvvetin ve sıhhatin ifadesidir. İşte böyle bir mefhumun [kavramın] her gün milletin gözü önünde bulunması lazımdır. Bu meyanda [arada] iyi ve canlı bir eğlence musikisinin, hiçbir zaman men edilemeyeceği [yasaklanamayacağı] pek tabiidir. Bilakis böyle bir musikiye daima ihtiyaç vardır.
Türk milletinin tatil günleri için iyi bir musikinin temini lazımdır. Türk artık hiçbir yerde fena bir saz, çirkin bir seda veya akis işitmemelidir.
Türkiye’deki radyo faaliyeti şimdilik münakaşayı mucip [tartışmayı gerektirecek] bir halde değildir. Yalnız bu faaliyetin de, Maarif Vekâleti [Millî Eğitim Bakanlığı] ile, yeniden tesisi icabeden musiki komisyonunun nezaretine terki icabetmektedir [gözetimine bırakılması gerekmektedir]. Ankara’nın bugünkü radyo mahalli, Avrupa’nın ancak bundan 15 sene evvelki radyo ihtiyaçlarına tekabül edecek bir vaziyette olup, mevcut mikrofon çok fena, piyano ise (bir piyanodur!) kullanılacak bir halde değildir. Bundan maada [başka] radyoda çalışan sanatkârlara, aradaki istirahat zamanlarında beklemek üzere, bir hela ve banyo önündeki aralık tahsis edilmiştir.
Gazete ile, günlük temasları temin eden diğer vesaite [araçlara] halk arasında ehemmiyet verilmedikçe, radyonun –hatta birçok sebeplerden dolayı- her evde mecburi olarak bulundurulması lazımdır. Günlük havadisler ile hükümet emirlerini ilanı, ve hatta halk terbiyesi için mecburi bir radyo dinleme saati tespit edilmeli; bu saatler, herhangi bir manie [engele] karşı vilayetlerde jandarma tarafından kontrol edilmelidir. Bu takdirde radyosu olandan değil, olmayandan vergi alınmalıdır. Mekteplerde, yalnız Ankara ile İstanbul istasyonlarını dinleyebilecek radyoların yapılma tarzları talebeye öğretilmeli ve Türkiye’de bir radyo sanayi teessüs edinceye [kuruluncaya] kadar, radyo makineleri için yüksek gümrük rüsumu [vergisi] v.s. tespit edilmemelidir. Aksi takdirde, bütün memlekete teşmili [yayılması] arzu edilen kültüre lüks bir şey nazariyle [gözüyle] bakılmış olacağı muhakkaktır.
Musiki müsamerelerini [gösterilerini] ziyaret şekilleri: (meccani [parasız] konserler verildiği müddetçe) Ankara ile İstanbul’da, veyahut Devlet veya Şehir tarafından kültür toplantıları yapılan yerlerde, her münevver [aydın] bir kimsenin, o müsamerede mutlaka bulunmasını temin edebilecek bir tarzda organize edilmelidir. Henüz tenevvür etmemiş [aydınlanmamış] tabakalar için ise, her şeyden evvel tamamiyle basit olan musiki programları vücuda getirilmelidir. Dinleyenleri “sıkmak suretiyle” korkutmayacak popüler konserler tertip edilmelidir!
Gazetelerde muntazaman musikiye dair iyi makalelerin intişar etmesi [yayımlanması] lazımdır. Yeni teessüs edecek [kurulacak] olan musiki komisyonu tarafından, Avrupa’da tahsil eden Türk musikişinaslarıyla birlikte çalışmak suretiyle, bu yolda bir program vücuda getirilmelidir. Gazetelerde her gün beş adet öz Türkçe kelime neşredildiği [yayımlandığı] gibi, ruhani bir vazife olan musiki hakkında da her gün bir fıkra intişar etmelidir! Bütün devair [resmî daireler] ile bankalar v.s. musiki komisyonuna memurlarının bir listesini göndermeli ve mühim müsamereleri ziyaret eden dinleyicilerin isimlerini havi [içeren] cetveller tanzim edilmelidir [düzenlemelidirler].
Bugün Ankara’da -hatta yüksek mevkiler işgal edenler arasında bile- şimdiye kadar konserleri bir kere olsun ziyaret etmemiş binlerce insan vardır. O halde iyi musiki dinlemek, artık esasen bir az mevcut olan alâkaya terk edilmeyip, bilakis bir vazife haline kalb edilmeli [getirilmeli] ve din yerine ikame edilmelidir [konulmalıdır].
Burada çok mühim olan bir nokta tamamen kendiliğinden tebarüz etmektedir [ortaya çıkmaktadır]: İnsanda hürmetin ifadesi olan, sükûn, sükût ve tefekkür [düşünce] ile, deruni [içsel] bir teksif [yoğunlaşma] ve temerküz [odaklanma] hassaları [yetileri], her nevi kültürel bir yaşayışın ilk ve esas şartlarını teşkil eder. Bütün bunların bir mizaç (tempérament) meselesi olduğuna kani olmamalıdır. Çünkü mizacın “nasıl bir şey olduğu” ve “neden husule geldiği” keyfiyeti dahi bir kültür meselesidir. Esasen bu “mizaç” mefhumu [kavramı] da her gün değişen bir şeydir. Mesela buradaki tatlıcı dükkânlarının arkasındaki tatlı yapmağa ve saireye mahsus olan yerleri gördüğümden beri, çok sevdiğim bir Türk tatlısı olan “keşkül”den lezzet alamamaktayım. Mizaç (tempérament) kelimesi temperae kelimesinden, yani hakim olmak, tadil ve teskin etmek [değiştirip yatıştırmak] kelimelerinden gelmektedir. O halde bütün bunlar, her nevi disipline, ve hatta temizliğe bağlı olan şeylerdir.
Beşeriyetin [insanlığın] müstakbel [gelecekteki] hayatı için, daha evvelden bir musiki yapmağa imkân yoktur. Çünkü sanat bir sehap [sanı] değil, en son kemale [olgunluğa] varan bir insanlığın neticesidir.
Büyük bir ihtimamla teşkili icabeden, ödünç kitap kütüphaneleri, halka fazla miktarda faideli şeyler okuma imkânını verecektir. Hatta bu kütüphanelerin faide ve faaliyetlerini istatiktikle tespit etmek suretiyle, bütün vatandaşlara iyi bir örnek göstermek ihtimali de vardır.
Devlet neşriyatı [yayınları]: Sonbaharda toplanması münasip olan bir kültür kongresinde, bütün ilmî ve hayatî sahaları istihdaf eden [hedef edinen] şeylerin tab’ı [basılması] ve bilhassa Türk milleti tarafından hemen benimsenmesi icabeden eserlerin tercümeleri hakkında müzakereler cereyan etmelidir. Bu meyanda [arada], en son Fırka [Parti] toplantısında radyonun tekâmülü [geliştirilmesi] için tasarlanan program hakkında da bir karar vermek mümkündür.
Seyahatler: Her Avrupa devletinin, kültürel kurumunu ve içtimai [toplumsal] hayatını tanımak isteyen Türkleri misafireten [konuk olarak] kabul eylemekle bir şeref ve meserret [sevinç] duyacağı muhakkaktır. Bunu Türk parasının bugünkü yüksekliği ile temin etmek mümkündür. Bu takdirde yüksek müessese talebeleri (M.M.M!) mümkünse tahsillerinin sondan bir evvelki senesinde, talim ve terbiyelerindeki gayenin Avrupa devletlerinin birinde tahakkuk edeceğine [gerçekleşeceğine] kani olmalı ve bütün sailerinin [çalışmalarının] kendilerine neden bu suretle ödenmek istendiğini idrak etmelidirler. Arzın üzerinde [dünyada] hiçbir millet bu derece emniyetle yeni bir saadet kapısında durmamaktadır. Hiçbir millet, Allahın bütün kuvvetiyle takdis ettiği Türkiye gibi, ulu ve dirayetli [zeki ve anlayışlı] bir gençliğe malik değildir.